Son günlerde Türkiye'de gündemi sarsan bir davanın sonuçları, toplumda geniş yankı buldu. Sinem isimli genç bir kadının eski kocası tarafından 7 yerinden bıçaklanarak öldürülmesi, sadece cinayet davası olarak değil, aynı zamanda ceza yasalarının ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sorgulanmasına neden oldu. Mahkeme, cinayeti işleyen kişiye uygulanan iyi hal indirimi ile ilgili kararlar, pek çok kişi tarafından adaletin tecelli etmediği yönünde eleştirilerin hedefi haline geldi.
27 yaşındaki Sinem, uzun süredir maruz kaldığı şiddetin bir sonucu olarak, eski eşi tarafından hunharca katledildi. Yaşanan olay, Türkiye'deki kadına yönelik şiddet vakalarının yalnızca bir örneği. Sinem, boşandıktan sonra bile eski kocası tarafından takip edilirken, hayatının en büyük korkuları ile yaşamaya çalıştığını dile getirmişti. Olay günü, Sinem’in evine gelerek onu bıçaklayan eski koca, 7 yerinden bıçakladıktan sonra kaçmıştı. Olayın ardından yapılan sağlık kontrolleri, Sinem’in mulakatinde yaşadığı travmanın derinliğini ortaya koydu. Kadın cinayetlerine, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ve kadına karşı şiddete dair yürütülen tartışmalara daha fazla ışık tutulmasını sağladı.
Mahkemenin, Sinem'in katiline uyguladığı iyi hal indirimi ise tepkilerin odak noktası oldu. Türkiye'de mahkemeler, sık sık sanıklara iyi hal indirimi uygulayarak ceza sürelerini azaltma yoluna gidiyor. Ancak bu durum, özellikle kadın cinayetlerinde adalet arayanları büyük hayal kırıklığına uğratıyor. Cinayetle sonuçlanan bir olayda, sanığın geçmişteki davranışlarına ve cezanın miktarına yüzde 50'ye varan iyi hal indirimleri uygulanması, mağdurun yaşadığı travmayı görmezden gelmek olarak nitelendiriliyor. Bu yaklaşım, özellikle kadın hakları savunucuları tarafından şiddetle eleştiriliyor ve “Kadına yönelik şiddeti özendiren bir adalet sistemi!” yorumlarına neden oluyor.
Ayrıca, mahkeme kararının ardından sosyal medya platformlarında yapılan paylaşımlar, konunun bir kez daha gündeme gelmesine ve toplumsal duyarlılığın artmasına zemin hazırladı. Kadın cinayetlerine karşı mücadelenin sürdüğü Türkiye’de, halk, “Sinemler için adalet istiyoruz!” şeklinde kampanyalar başlatarak, bu tür olayların önüne geçilmesi gerektiğini vurguladı.
Sinem’in hayatı ve ölümü, ulusal ve uluslararası düzeyde kadına yönelik şiddet işkence ve cinayetlerine ilişkin hak ihlalleri ve cezasızlık politikalarının sorgulanmasına vesile oldu. Kadın cinayetleri, yalnızca bir bireyin trajedisi değil, aynı zamanda toplumun çaresiz kalmasının bir göstergesidir. Bu nedenle, Sinem’in hikayesi, sadece adalet ağına düştüğü için değil, aynı zamanda kadına karşı şiddeti önlemek adına birbiriyle kenetlenen kadroların ve gönüllülerin heyecanını ateşli bir şekilde canlı tutmak için bir fırsat sağlıyor.
Özellikle kadına yönelik şiddetle mücadelede yürütülen kampanyalar ve toplumsal farkındalığı artırma çabaları, Sinem’in ölümü ile çok daha anlam kazanmış durumda. Kamuoyu, bu tür olayların bir daha yaşanmaması ve cezasızlık sisteminin sona ermesi adına toplumda etkin bir değişim gerçekleştirmek için çaba harcıyor. Herkes, devletin bu tür cinayetlere karşı daha katı önlemler almasını ve yasaların uygulanması için gerekli adımların atılmasını istemekte. Adalet arayışı ise, yalnızca Sinem’in hikayesinin değil, bu tür travmatik olayların bir daha yaşanmaması için toplumsal bir gereklilik haline gelmiştir.
Sinem’in cinayeti, kadına karşı şiddetin ne kadar yaygın bir sorun olduğunu bir kez daha gözler önüne sererken, toplumdaki adalet arayışlarının ve sosyal değişim hareketlerinin önemini de hatırlatıyor. Kadın cinayetleri ve buna benzer olaylar, yalnızca kaybedilen hayatlardan ibaret değil, aynı zamanda geleceğimizin ne kadar karanlık olabileceğini de gösteren bir uyanış çağrısı olarak kabul ediliyor. Sinem’in hatırasının yaşatılması, kadın cinayetlerine dur demek ve adaletin yerini bulması adına atılan adımların desteklenmesi hususundaki öncülüğünü bir yudum kamuoyuna katmak için kaçınılmaz bir gereklilik olarak öne çıkıyor.